Ana içeriğe atla

Rıhle-12

Bugün 29 Eylül cuma. Medine'de ikinci gün. Çarşamba günü saat 3'te evden çıktık. Çok ayrıntılar var üzerine yazılacak ama yazmak zor. Son durumu anlatayım belki sonra başka şeyler de yazarım. İki gündür Ravza'da değişik Müslümanlarla karşılaşıyoruz. Hep duyduğumuz ve ezbere anlattığımız bilgiler dan dan suratımıza çarpıyor. Yoksul, düşkün, yol yordam bilmeyen çok insan var. Yanlış şeyler söylemek değil niyetim umarım lafı toparlayabilirim. 


Peygamber Efendimizin Allah'ın yardımıyla çok zor bir işi başardığını biliyoruz elbet ama bunu gözle görüyorsun burada. Bu adamlarla bu coğrafyada saadet asrını inşaa etmek. Bu çapulcuları yanından gönder biz o zaman senin davana sahip çıkar senin peşinden geliriz diyen müşrikleri oturduğumuz yerden kınamak kolay. Ben lisedeyken sınıfımızda aykırı bir tip vardı. Yani o zaman öyle bakıyorduk ona. Bizim kafa biraz daha düz ve itaatkar çalışıyordu. Bir gün ben o zamanda yaşasam Hz. Muhammed'in peygamber olduğuna inanır mıydım acaba demişti. Zor bir soru, hepimiz ezberden Ebubekir gibi tasdik edici olacağımızı varsayıyoruz. Sonra Kâbe'deki insan skalasını ve onlara olan mesafeni görünce Allah'ım beni iyi ki bu zamanda ve şu an yaşadığım yerde yarattın diye ekstra şükredesin geliyor. Allah muhafaza, ya o saadet asrındaki mütekebbirlerden olsaydık. Bunlar içimizden geçen ama çok şükür fiiliyata dökülmediği için hesaba çekilmeyeceğimiz karanlık düşünceler. Aydınlık tarafta ise Malcolm X var. Hacca gelip kendini bulan güzel adam. Neyse ki insanlar burada hâlâ her şeye rağmen tek vücut olmaya çalışıyor. 


Yolculuk sürecinde Mekke Medine arasını iki kez geçmiş olacağız. İlki uçağın ve uykusuzluğun devamında geldiği için oldukça garipti. Ciddi'ye inip normalin aksine Mekke yerine Medine'ye geldik. Havaalanından çıktığım anda sıcak hava boğazımı tıkadı resmen. Tebük Seferine katılmaktan geri duran Kaab Bin Mâlik geldi aklıma. Ayşe Siyer dersinde anlatmıştı. Sanırım, "havalar serinledi bu serin havalarda hurma bahçesinde oturmayı severim o nedenle sefere çıkmaktan geri durdum" gibi bir özür beyan etmişti Kaab. Böyle dümdüz dinleyince bu insana basit gelebilir ama inanın direk aklıma bu geldi havaalanından çıkınca. Serin havaları ve rahatı tercih etmek. Bizim burada ne işimiz var!!!



Sonra yol boyu uyuyup uyandıkca manzara beni şok edecek kadar değişti. Bir masala uyanır gibiydim. Gözümü açtıkça birden uçsuz bucaksız bir çöl, kupkuru sarı bir sayfa. Sonra birden yakan bir güneş, sonra kara taştan dağlar. Yakaza... Mesafeye, yorgunluğa sıcağa, hiç bir gölgenin olmamasına bakınca hicret  yüreğimi yaktı. Çok acı, çok meşakkatli. Burayı görmek Kur'an'ı Kerim'deki bir çok benzetmeyi öyle anlaşılıyor hâle getiriyor ki anlatamam. Hiçbir gölgeliğin olmadığı o günde arşın gölgesinde gölgelenecek kişiler diye başlayan hadisi can kulağı ile dinleyesin geliyor. Biz ne bilelim hiç gölgenin olmamasını. Ya da Peygamberin gelişini "Ay doğdu üzerimize" diye anlatan Medinelilerin nasıl da tatlı bir benzetme yaptığını akşam olup ay doğunca, günün sıcağı biraz yatışınca anlıyorsun. 

Elbet ilk günkü gibi değilim. Ali Ulvi Kurucu'yu ve  Hümeyra Ökten'i düşünüyorum sonra. Memleketi bırakıp buraya yerleşmelerine sebep olan içlerindeki aşkı. Henüz Uhud'u görmedim, kalın sağlıcakla.

Yorumlar