Ana içeriğe atla

Hüseyin Akın ile Yaz Kur'an Kursu

Hüseyin Akın ile Yaz Kur'an Kursu devam ediyor. Ödevler beni zorlamaya başladı. Bu hafta altıncı ödevi yazdık. 


Ödev: Kur'an ayetlerinden yola çıkarak Ebu Leheb ile kavga ediniz. 

😲🙄😥😱🥺🥴🤐 bunlar konuyu okuyunca yüzümün girdiği şekiller. Ben yazmayacağım, hikâye yazamıyorum, hayal kuramıyorum dedim hocaya. Önüne gelen herkesin paralı atölye yaptığı bu devirde hoca bilaücret bizimle tek tek ilgileniyor Allah razı olsun. Gelsenize siz de.


Yazarsınız dedi, biz de yazmaya çalışıyoruz zaten dedi, olduğu kadar yazın dedi. Olduğu kadar yazdım. 🙂👇


Ellerin Kurusun!

Hikâye yazmak çok zor. Şimdi Ebu Leheb ile kavga edeceğim. Kim olarak? Kureyş'ten biri mi olsam acaba? Onunla beraber büyümüş, Muhammed'in eminliğine gün gün birlikte şahit oldukları bir çocukluk arkadaşı...

Peygamber Safa tepsine çıkıp Ey Kureyşliler, şu dağın ardında düşman var size saldıracak desem bana inanır mısınız* dediğinde herkes gibi amcası Ebu Leheb de evet demişti.

Peygamber, öyleyse sizi bir ve tek olan Allah'a iman etmeye çağırıyorum* dediğinde ise Ebu Lehep, hay eli kuruyası! Bizi buraya bunun için mi çağırdın deyip arkasını dönüp gitmişti.

Ben o sırada ikinci soruya da evet demeye hazırlanıyordum. Arkadaşım Ebu Leheb'in bu karşı çıkışıyla gözlerim hayretle, şaşkınlıkla, üzüntüyle kocaman olmuştu. Sıcaktan terliyor muydum acaba? Hani çöldeyiz ya hem kum var hem güneş. Yüzüme de bir şey örtmüş olmalıyım. Umreye gidince insanların neden yüzünü örttüğünü anladım. Bak bunu metnin içine koyabilirim. "İnsanların yüzleri örtülüydü ama yine de gözlerinden herkesin Ebu Lebeb'i ayıpladığı belli oluyordu", diyebilirim.
Hikaye yazmanın birinci kuralı andan ve kendinden çıkmak. Mindfullnesçılar bizi hep anda kalmaya çağırsa da bir hikayecinin ilk işi zamanla ve mekanla bağı koparmak. Tayy-i zaman tayy-i mekân.
Geleceğe gitmek belki daha kolaydır. Uydur uydurabildiğin kadar ama geçmiş öyle mi? Her şey kayıtlı kuyutlu. Ebu Leheb'in karısı Hz. Muhammed'e iman etti desem hemen biri kalkıp bana hayır diyecek.  O da kocası gibi hatta ondan daha beter bir düşmandı hakikate.



Umrede Kâbe'ye Babusselam kapısından girdik. Peygamber Efendimizin dede evinin olduğu taraf. Minik Muhammed'in oradan aşağı koşarak Kâbe'ye, dedesi Abdulmuttalib'in yanına gittiğini hayal ettim hep. Her gün şuradan aşağı minik adımlarla koştuğunu gördüğün çocuk büyüyor, bir dürüstlük abidesi oluyor ve seni o ana kadar iman ettiğin şeyden başka bir şeye davet ediyor. Hay ahmak adam! Keşke bir durup düşünsen. Bu güne kadar hiç bir yanlışını görmemişsin. Ne bu öfke ve hiddet hatta şiddet. Neyi kaybedeceksin iman edince? Anlamam mümkün değil. Kızıyorum sana. Haydi iman etmedin tamam ama ne o öyle evini taşlamalar, karı koca birlik olup yoluna diken döşemeler falan. Edebinle otursaydın bir kenarda. Adın böyle yıllarca beddua malzemesi olmasaydı burada. Her namazda ellerin yeniden yeniden kurumasaydı orada.

Bak Ebu Talib'e. O da iman etmedi ama senin gibi yapmadı.  Destek oldu doğruluğu çöl gecesinde ay gibi parlayan Muhammed'e.

Umreye gitmeden önce ay ışığının kıymetini bilmiyordum. Hani o Taleal Bedru'da ay doğdu üzerimize diyorlar ya Allah'ım o nasıl güzel bir iltfatmış. Çöl sıcağında ayın doğması, hararetin çekilip ortalığın serinlemesi, yaşamadan tarif edilemeyecek bir şey.

Hay Allah ben Kureyş'ten biri olarak kavga edecektim Ebu Leheb'le hangi ara kendim oldum. Bak bunlar önemli konular. Hikayede anlatıcı kim? Olay mı durum mu? Sonunu söyleyecek miyiz yoksa okuyucuyu dan diye öyle orta yerde bırakacak mıyız?  Eskiden bir yaratıcı, bir kahraman, bir gözlemci vardı. Şimdi her şey karmakarışık. Yeni hikayede anlatıcıyı bulana aşk olsun.

Neyse bunların hepsini bir tarafa bırakıp bu günden kendim olarak taaa bin dört yüz yıl öncesine sesleniyorum. Hay Allah sana akıl fikir versin Ebu Lehep. Sen ki yanındaki hazineyi görmemiş hatta ona zarar vermeye kalkmış birisin, kavga etmeye bile değmezsin. Var git yoluna. Sonun cehennemin dibi nasıl olsa.


Ayten Eren


* –Ey Kureyş cemâati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vâdide düşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasbedecek desem, bana inanır mısınız?”
* “–O hâlde ben şimdi size, önünüzde şiddetli bir azap günü bulunduğunu, Allâh’a inanmayanların o çetin azâba uğrayacaklarını haber veriyorum. Ben sizi o çetin azaptan sakındırmak için gönderildim. Ey Kureyşliler! Size karşı benim hâlim, düşmanı gören ve âilesine zarar vereceğin­den korkarak hemen haber vermeye koşan bir adamın hâli gibidir. Ey Kureyş cemâati! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır gibi de diri­leceksiniz. Kabirden kalkıp Allâh’ın huzûruna varmanız, dünyâdaki her hareketinizin he­sâbını vermeniz muhakkaktır. Netîcede hayır ve ibâdetlerinizin mükâfâtını, kötü işlerinizin de cezâ ve şiddetli azâbını göreceksiniz! Mükâfât ebedî bir cennet; mücâzât da dâimî bir cehennemdir.” 

Yorumlar