Ana içeriğe atla

Hazır elim ısınmışken

 

Bu aralar daha önce okumadığım yazarları okumaya başladım. Daha önce yenmemiş bir yemeğin tadına bakar gibi. Merak ve hevesle. Hem hikayeyi hem yazım tarzını gözlemler tarzda bir okuma.  


Haldun Taner’den On İkiye Bir Kala kitabını okudum. Minik bir kitap 68 sayfa. Yedi öykü var içerisinde. Biraz yazarın hayat hikayesine de baktım. Elime başka bir kitabı geçerse okurum. Beğendim. Altını çizeceğim, yanına not düşeceğim yerler vardı ama kitap kütüphanenin olduğu için yapmadım. Bazen yapayım diyorum, çizeyim yani nasıl olsa kütüphane benim :) emekli olunca arkamdan konuşurlar en fazla. Okur’un 31. Sayısında Mustafa Çiftçi’nin bir yazısı vardı. Kütüphaneci Yılmaz Abla diye. Belki beni de yazan birileri çıkar. Kekli kütüphane. Haftada bir kek yapıyorum bu aralar bir de soru sormaya başladım. Her şey gibi o da kendiliğinden oluştu. Planlı programlı bir şey değil. Bir de kitapları çizsem hikayeye biraz hareket gelir 😉







Okumaya başladığım ikinci yazar Gabriel Garcia Marquez. Kitap Gezici On İki Öykü. Yeni başladım henüz kitaba dair bir şey demeyeceğim ama çevirisi güzel. Rahat okunuyor. Çeviri mühim konu. Şeker Portakal’ı kitabını yirmili yaşlarımda okumuştum. Filmi de harika bence. Neyse geçen yıl kitabı oğluma okumaya karar verdim. Kendisi de okuyabilir ama birlikte okumak hoşumuza gidiyor. Sesli okuyup üstüne konuşuyoruz falan. Ben başladım okumaya. Allahım o da ne bu benim okuduğum ve bayıldığım kitap olamaz diyorum. O kadar zor okunuyor ki, çeviri berbat. Kim çevirmiş diye hiç bakmamıştım daha önce meğer bu mahkemelik olmuş bir konuymuş (buradan okuyabilirsiniz ). Kitap Portekizce yazılmış fakat ilk çeviriyi Aydın Emeç sanırım Fransızca’dan yapmış. Yani biz o berbat çeviriyi okuyup bayılmışız, kim bilir anadilde nasıl da güzeldir. Yıllar sonra Can yayınları, anadilden çeviri kaygısıyla kitabı  Portekizce’den çevirttirmiş. Henüz ona bakma imkanım olmadı ama merak ediyorum. Geniş bir zamanda iki çeviriyi beraber okumak niyetindeyim. 

Neyse Marquez’e geleyim. Yazar diyor ki önsözde;  1979 yılında, Kırmızı Pazartesi’ye başladığım sıralarda, iki kitap arasındaki duraklamalarda yazı yazma alışkanlığımı kaybettiğimi ve yeniden başlamanın her defasında bana daha zor geldiğini anladım. Bu nedenle hazır elim ısınmışken disiplinimi kaybetmeyeyim diye çeşitli gazetelerde haftalık yazılar yazmaya başladım.

İki gündür ara ara bunu düşünüyorum. Erbain’den sonra düzenli yazmayı bıraktım. Antremanı bırakan sporcu gibi iki güne kalmaz performastan düşebilirim. Sorun değil yazmasam da olur. Yazmasam delirecektim kıvamında değilim ama neden olmasın, yani neden yazmayayım ki. Hazır elim ısınmışken disiplini kaybetmeyeyim demiş ya tam da öyle. Hazır elim ısınmışken 😉 dewamke.

Yorumlar