Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İzin

Birkaç gün izne çıktım. Hiçbir yere gitmeyi düşünmüyorum. Yaşım ilerledikçe evin ha deyince geri dönülebilecek bir yerde olması en büyük konfor olmaya başladı benim için. Arabamız olsa belki böyle düşünmem, bilmiyorum. Araba insanın ikinci evi haline geliyordur belki zamanla. İşten eve evden işe rutin bir koşturmanın dışına çıkıp bulunduğu mekanda farklı bir zaman dilimi yaşamak da insana tebdil-i mekân ferahlığı verecektir. Aaaa ama bu her yer için söz konusu olamaz belki. Ben bunu bir sahil kasabasında yaşadığım için söyleyebiliyor olabilirim. Yine de herkes kendi yaşadığı yerde nefes alacak alanlar, eskilerin tabiriyle tenezzüh mekanları bulabilir, bulmalıdır. Bu yerler ille de Instagram stroylerinde gördüğümüz gibi olmak zorunda değildir. Evin hiç gitmediğiniz bir arka sokağı, hiç uğramadığınız bir park, sahilde bir çay bahçesi, her şey insanın bakışıyla değişiveriyor. Biraz da kafanın rahatlığıyla alâkalı. Yoksa nereye gidersen git, bakan göz, gören kalp senin. 

Çay, kahve, filtre kahve

Az önce elektrikli cezve ile kendime bir kahve yaptım. Bir dakkada hop diye oldu. Cezvenin ve kahvenin hayatımdaki yerine bakıp güldüm. On yıl sonra falan belki mutfakta bir filtre kahve makinası olur. İşten yorulup bir mola vermek istediğimde ya da okuduğum kitaba izlediğim filme eşlik etsin diye hemencecik  bir kahve yaparım. Allah bilir şimdi gözüme lüks ve gereksiz gibi görünen alet evin normali olup çıkar. Annem kahveyi pek sevmezdi. Çayı da çok sevmezdi. Keyif yapacak şeylerle çok mesaisi olamamıştı belki de onda. Hasta olmasa çay kahve keyfî yapacak onları sevecek zamanları olurdu belki bilmiyorum. Anaannem öyle değildi ama. Onun kahve içtiğini hatırlıyorum. Orta boy fincanlar yoktu, klasik fincan da çok az olduğundan belki de fincan olmadığından çay bardağında içerdi. Kahve de pahalı bir şeydi sanırım. Kuruyemişciden çektirip alınırdı. Evde bir el değirmeni vardı ama onunla kahve çekildiğini hiç görmedim. Oyuncak niyetine ortalıkta dolanıyordu.  Kahve kız isteme mer

Deniz

Ömrüm bu ilçede yani denizin kenarında geçtiği halde yüzme bilmiyorum. Annem coşkun akan sudan korkardı. Anneannemler Türkiye'ye geldiklerinde kendilerine çeşitli yerler gösterilmiş, deniz kenarını istememiş dağların arasına yerleşmişler diye anlatılırdı. Babaannemin de bir denize düşüp boğulma tehlikesi geçirme hikayesi var. Denizle aramın iyi olmaması için nesiller arası genetik aktarım tam yani 🤪 Çocukken mahalleden denize gidenler olurdu ama bizim pek gittiğimizi hatırlamıyorum, tek bir sefer kalmış aklımda. Büyüyünce de tesettüre riayet kaygısı ile denizle hiç işimiz olmadı.  İnsan çocuğu olunca hayatı tekrar başa sarıyor. Onunla birlikte yaşama dahil olmak için her şeye  sıfırdan başka bir gözle bakmaya başlıyor. Havadan, sudan, güneşten, denizden usulünce nasiplenmenin yolunu arıyor. Pazardan bir kumaş almıştım haşır huşur üste yapışmayacak, su tutmayacak, rengi de dikkat çekmeyecek mat bir kahve. Engin Noyan'ın suda durmayı anlattığı

Güray Süngü ile Peyami Safa

Marquez okuduğumu söylemiş miydim? Haldun Taner'den sonra Marquez'in On İki Gezici Öykü kitabına başladım. İlk öykünün konusu ilginçti, ikincide biraz sıkıldım, hava sıcak diye bıraktım :) hava bu aralar her şeye sebep gösterilmek için çok müsait. Kışın uzun ve serin günlerde nasip olursa tekrar bakarım. Bu kitap yazarla tanışmak için iyi bir tercih olmayabilir çünkü hikayeleri uzun yıllar değiştire değiştire ve biraz da boş kalmamak için yazdığını söylüyor önsözde. Aaa evet bunu söyleyince hatırladım bir önceki yazıda Marquez'den bahsetmiştim. Belki başka bir kitabını okuyup öykülere ondan sonra tekrar bakarım. Şimdi Güray Süngü'nün Kış Bahçesi kitabını okuyorum. Tarzı tam benlik. Kendisi ile konuşup duruyor:) Kitabı önce bir Hereke'ye gezmeye götürdüm, dolaştırdım. Eskiden kadınlar bir el işine başlayınca çabuk bitsin diye dışarıdan birinin koşarak gelmesini isterlerdi. Anneniz size kazak örecekse misal ilmek atmaya başlayınca,  haydi bir koşup gel, de

Hazır elim ısınmışken

  Bu aralar daha önce okumadığım yazarları okumaya başladım. Daha önce yenmemiş bir yemeğin tadına bakar gibi. Merak ve hevesle. Hem hikayeyi hem yazım tarzını gözlemler tarzda bir okuma.    Haldun Taner’den On İkiye Bir Kala kitabını okudum. Minik bir kitap 68 sayfa. Yedi öykü var içerisinde. Biraz yazarın hayat hikayesine de baktım. Elime başka bir kitabı geçerse okurum. Beğendim. Altını çizeceğim, yanına not düşeceğim yerler vardı ama kitap kütüphanenin olduğu için yapmadım. Bazen yapayım diyorum, çizeyim yani nasıl olsa kütüphane benim :) emekli olunca arkamdan konuşurlar en fazla. Okur’un 31. Sayısında Mustafa Çiftçi’nin bir yazısı vardı. Kütüphaneci Yılmaz Abla diye. Belki beni de yazan birileri çıkar. Kekli kütüphane. Haftada bir kek yapıyorum bu aralar bir de soru sormaya başladım. Her şey gibi o da kendiliğinden oluştu. Planlı programlı bir şey değil. Bir de kitapları çizsem hikayeye biraz hareket gelir 😉 Okumay