Ana içeriğe atla

Hayatımdaki fabrikalar :)

Yazmanın sürekliliği önemlidir. Yazmak kolay değil, bütün yazarlar sancılı. Kişi kolayca bir şeyler yazıyorsa bu onun biraz klişe şeyler yazdığını da gösterir. Yazmak zordur, bunu kolaylaştırmanın yolu sürekli yazmaktır. Her gün yazdığımızda ne olur; yavaş yavaş yazar dikkati kazanırız. Bugün ne yazayım diye düşünerek etrafa bakmaya başlarız. Yazılabilecek hikâyeler dört bir yandan akmaya başlar. Pide kuyruğundaki hacı amca, otobüste ayakta kalan teyze, sokakta arkadaşının peşinden koşan çocuk, yağmurun altında ıslanan kedi, ipte sallanan tek çamaşır yazılacak hikâye oluverir birden. Aslında onlar hep vardır ama biz yazmaya niyet ettiğimizde aynı zamanda görmeye de başlarız olan biteni. Geçen katıldığım söyleşide buna benzer bir şeyler söyledi Ahmet Murat. 

Yazar dikkati kazanmak ve üşenmemek galiba en önemli mesele. Bir de aklına gelenleri bir sıraya sokabilmek, daldan dala konan zihni bir yere sabitleyebilmek. Şu iki cümleyi yazarken bile hem Selahattin Yusuf’un anlattığı bir konu hem Sibel Eraslan’ın bir söyleşide dile getirdikleri hem Cahit Zarifoğlu’nun Okuyucularla köşesinden yeni yetme yazarlara söylediği şeyler geçti aklımdan. Hangisini yazayım şimdi bilemedim. Hepsoluuur belki olmaz hiçbiri diyen Bülent Parlak bile geldi aklıma.

Öğle tatilinde biraz çıkıp yürüyeyim dedim. Yerde fotoğraftaki kibrit kutusunu gördüm ve gülümsedim. Sigara fabrikasında çalışan kıza şarkı yapmışlar da kibrit fabrikasındaki kız kimsenin aklına gelmemiş. 

Kibrit fabrikasında çalışan ve bize her gelişlerinde kibrit getiren tanıdıklarımız vardı. Çocukluğumun şaşılacak hallerinden biri. Sonra eve gelen başka şeyleri düşündüm. Kolonya satın alınan bir şey değildi mesela. Kolonyacı bir teyzemiz vardı ve her gelişinde eli kolu dolu olurdu ama onların kolonyaları hiçbir zaman kutuya girmedi. O yüzden annemin mutat hastaneye yatışlarında Emine teyzemin getirdiği mavi kutulu Selin Limon kolonyasının yeri hep ayrıydı.

Evimiz yola yakındı, gece vardiyasında fabrikaya gidenler yol kenarında birikirdi. Korkardım gece vardiyasından nedense. Çocuk aklımda sorular. Tam da yatıp uyunacak vakitte zifiri karanlıkta sokağa dökülen ve bir bilinmeze doğru giden bu insanlar da kimdi? Bazen de yolda kaza olur gecenin bir yarısı mahalle sokağa dökülürdü, kalanları kurtarmak için. Babam tamirci olduğu için herhalükarda bizim kapı çalınırdı zaten. Necmi Usta kalk araba yolda kalmış. 

Oy oyy ağlamaya da başladık haydi bakalım bu yazı nereye gidecek. Ne diyorduk heee kibrit fabrikası. Bir de çimento fabrikasında çalışan tanıdıklar vardı. Galiba onlara da her yıl havlu takımı veriyorlardı. Her sene her sene, ne yapacaklar o kadar havluyu, tabi ki akrabalara hediye edecekler. 

Eskiden fabrikada çalışıyor olmak bir üstünlük ifade ediyordu sanırım. Fabrika devlet gibiydi. Fabrikaya bir girdin mi kurtuldun demekti. Artık emekliliğe kadar oradaydın. Tıkır tıkır her ay maaş, üç ayda bir ikramiye. Babam esnaf olduğu için böyle şeyler bize çok yabancıydı.  
İpekkağıt hemen yan tarafta olunca 4 Temmuz Kurtuluş törenlerinden kamyondan atılan selpak mendilleri de anmadan olmaz. Bir de Aksa’nın yün çileleri. Çok gülesim geldi bak şimdi. Yazının başlığı Sanayi Bölgesinde Çocuk Olmak falan olabilir. Ben de amma kültürlü bir çocukluk geçirmişim heee parmak kadarken hayatımda bir sürü fabrika varmış. Malazlar, Eternit, İpekkağıt, Aksa, Hereke Çimento, babamın oluklarını yaptığı Petkim. Siz küçükken kaç fabrika gördünüz bakayım?



Yorumlar