Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Oh dünya varmış

Yazlık ayakkabı giydim. Kedi sevdim.  İşe gittim Çay içtim poğaça yedim. Merdiven indim çıktım, asansöre bindim. Ekrana baktım. Şiir okudum, yazı düzelttim. Bir çocuk gelsin bir uçağa dokunsun denilince, babasıyla yola çıkıp uçağa dokunmaya giden çocuk saflığı ile Virginia Woolf'un odasında dolaşmaya başladım.  Sınavda gözetmen oldum. Gözetlediğim :)  çocukları içimden sevdim. Birine hediye verdim. Namaz kıldım. Kur'an okudum. Birkaç kilometre bisiklet sürdüm. Mohsin Namcoo dinledim. Farsça ne güzel bir dil dedim. Yağmurda ıslandım. Sokaklar boşaldı şarkı söyledim. Fotoğraf çektim. Kahveme iki yaren buldum. Bir kıza sarıldım. Bağlı mıyım bağımlı mı cümlesi dökülünce dudaklarından bir an onu kendim sandım. İnsan hep mi böyle olur bu yaşlarda deyip şaşırdım. Gençken içi boş bir metal kova gibiyiz,  ne düşse kocamaaaan ses çıkartıyor diyen Şule Gürbüz'ü hatırladım. Bu çocukların içlerindeki seslerin azaldığı vakitleri de göreyim Allah'ım

Çilehânede bir Virginia :)

Geldik çilehâneye. Kırk gün odun taşıyacağız. Önce odunu getirip sonra aleme duyursam iyiydi ama ne yapalım, serde tavukluk var.  Gıdaklamadan yumurtlayamıyorum. Bugün bir paça kıvıracağım inşallah.  Malzemeyi tanımak önemli. Makasla ilk kez bir şey kesmeye kalktığınızda bir türlü kesmez kumaşı. Kumaş makasın içinde ezilir. Kendinizden emin bir şekilde, kontrollü ama aynı zamanda esnek olmalısınız. Tabii ne yaparsanız yapın bu ilk başlarda bir türlü olmaz. Sanırım her işte böyledir. Mekanik şeylerde yani.  Bisiklete ilk binmeye başladığım zamanlar, yolda tanıdık birini görünce bırak el sallamayı başımı sallamak bile sorundu. Gidondan elimi çektiğim anda düşerdim. Şimdi kolaylıkla herkese el sallıyorum hatta video bile çekiyorum ama vitesle pek aram yok 🤪 Dümdüz yolda gidip geliyorum, kendisine hiç dokunmadan. Karamürsel'in eski doktorlarından rahmetli Halil İbrahim Erden tansiyon aletinin ömrünü uzatmak için cırt cırt yapışkan kısmını hiç açmazdı.  (Bir fat

Dikiş, travma, seçim

Coğrafya kaderimiz mi bilmiyorum, çünkü hiç başka bir coğrafyada yaşamadım. Hatta bırak başka bir ülkeyi, iki yıllık İstanbul dönemini saymazsak hâlâ doğduğum sokakta oturuyorum. Coğrafyaya dair aynel yakın fikir yürütmeyeceğim ama doğduğum evin yeteneklerimiz üzerindeki etkisine dair kendimden bir şeyler söyleyebilirim. Bizim evde yeşil renkli Mitsubishi marka bir dikiş makinası vardı. Sanırım ablam dikişe başlayacağı zaman babam onu bir yorgancıdan ikinci el olarak almış. İplik, masura, makinanın arada atan lastiği, yerine taktığımı sanıp bıraktığımda tak diye düşen ince uzun ahşap çekmecesi ve içinden etrafa saçılan düğmeler. Mekik hayatta gördüğüm en orijinal şeydi. Mekiğin takıldığı yuvayı anlatacak kelime bulamam.  Üniversite bitene kadar ben hiç dikiş dikmedim. Oynamak haricinde makinaya oturdum mu onu da bilmiyorum. Yıllar sonra biraz da gereklilikten birden İdris as oldum. Oldum mu? Yok, aslında olmadım çünkü dikiş hiç benlik bir iş değil. Sabır istiyor

Bon appetit

Ramazan Bayramı arefesinde aldığım yufkadan soğuk baklava yapmak için sonunda mutfağa girdim. Neredeyse Kurban gelecek. Üşengeçliğin bu kadarı da evlerden ırak.  Dün daha önce seyrettiğim bir filmin birazını tekrar seyrettim. Her hafta seyretsem iyi olur. Belki böylece mutfakta bir şeyler yapma isteğim artar ama aynı zamanda süreci yazmam gerek. Yoksa iki güne kalmaz vazgeçerim. Bu challenge iyi bir şey. Kendi kendine düello.  Aslında blogda yazmaya devam etmek için bunu dikiş üzerinden yapmayı düşünüyordum bir süredir. Hem hergün bir şey dikmek hem de yazı yazmak şeklinde. Dünden itibaren bunun yemekle de olabileceğini düşündüm. Böylece dikişe ve yemeğe dair bir şeyler yazabilirim kendimce. Bir taşla beş kuş :)) Dikiş, yemek, yazı ve dolaylı olarak artan itibarım :))) ya da tam tersi. Tatsız yemekler ve rüküş kıyafetler :) yine de denemeye değer.  Dün bir tabak aldım.  Sadece bir tane. Her şeyi onun içine koyup çekesim var. Rengi çok güzel.  Rahmetl

Hayatımdaki fabrikalar :)

Yazmanın sürekliliği önemlidir. Yazmak kolay değil, bütün yazarlar sancılı. Kişi kolayca bir şeyler yazıyorsa bu onun biraz klişe şeyler yazdığını da gösterir. Yazmak zordur, bunu kolaylaştırmanın yolu sürekli yazmaktır. Her gün yazdığımızda ne olur; yavaş yavaş yazar dikkati kazanırız. Bugün ne yazayım diye düşünerek etrafa bakmaya başlarız. Yazılabilecek hikâyeler dört bir yandan akmaya başlar. Pide kuyruğundaki hacı amca, otobüste ayakta kalan teyze, sokakta arkadaşının peşinden koşan çocuk, yağmurun altında ıslanan kedi, ipte sallanan tek çamaşır yazılacak hikâye oluverir birden. Aslında onlar hep vardır ama biz yazmaya niyet ettiğimizde aynı zamanda görmeye de başlarız olan biteni. Geçen katıldığım söyleşide buna benzer bir şeyler söyledi Ahmet Murat.  Yazar dikkati kazanmak ve üşenmemek galiba en önemli mesele. Bir de aklına gelenleri bir sıraya sokabilmek, daldan dala konan zihni bir yere sabitleyebilmek. Şu iki cümleyi yazarken bile hem Selahattin Yusuf’un anlattığı bir konu he