Ara tatilde üç gün yıllık izin aldım, gezmeye giderim diye sonra hasta oldum evde oturdum. Eeeeep oturdum be ya. Abbas Hilmi amcanın hac günlükleri bitince beni yormayacak ne izlesem diye bakınırken aklıma Bağlılık serisi geldi. Bal süt ve yumurtayı da seyretmedim henüz. Kitabını okuyalı çok oldu. Filmleri seyretmeye cesaret edemedim o ara. Yönetmenin filmlere dair neyi, nasıl, neden yaptığını anlatışı öyle güzeldi ki kitapta, filmde aynı şeyi bulamazsam diye bir türlü elim gitmedi. Zaten hep geniş zaman ve dingin kafa filmleri sanırım bunlar. Uzun uzun boş tarlalara, uzayıp giden yollara sabırla bakma filmi. Semih Kaplanoğlu Yusuf'un Rüyası kitabında zamanı neden yatay kullandığını anlatıyor. Kendimiz unutmak için izleyeceğimiz ve hızına kapılıp gideceğimiz filmler değil.
Yumurta, Süt ve Bal'ı şimdilik es geçip Bağlılık Aslı ve Bağlılık Hasan'ı arka arkaya izledim. Bağlılık Firket henüz bitmemiş galiba. Ona tekrar bakacağım. İki filmi de beğendim. Aslı'nın evi çok prototip. Reklam panolarındaki evler gibi, her şey cetvelle çizilmiş, renk tonları uyumlu. Düzeni, uyumu sevsem bile filmdeki evi sevmedim. Mutfak üstüme üstüme geldi. Evin erkeği bir sulu yemek beklentisinde olsa bile mutfakta anca salata yapılırdı zaten :)
Annenin arada kalmışlığı, gereklilikler, gerçekler, hayaller, istekler, istek sanılan dayatmalar... Rahat rahat uzun uzun üzerine konuşulacak kadınlık dünyasına dair bir sürü konu var içinde. Bakıcının çoğunu emzirmesi, anenin bütün gün kameradan evi seyretmesi, sütü kesilsin diue ilaç kullanması, bakıcı kadının kendi çocuğunu kayınvalidesine bırakıp başkasının çocuğuna bakmak için işe gelmesi.
Cinsiyet ayrımına gerek yok belki ama izleyici erkeklerin filmin duygusuna girebilme ihtimali daha az sanki. Filmi arkadaşlara önereyim de oturup üzerine kız kıza konuşalım en iyisi.
Bağlılık Hasan'ı da Aslı gibi metropolde yaşayan bir erkek / baba hikayesi sanarak açtım bambaşka bir şey çıktı içinden. Rızkını topraktan çıkaran bir aile. Rüzgarın sesinin zaman zaman insanın rahatsız ettiği bir köy ortamı. Gezmeye gidince köyün her şeyi güzel geliyor insana. Filmde bir süre sonra hiç durmayan o efil efil esen rüzgarın sesi beni rahatsız etmeye başladı. Bu hissi yaşamamızı istemiştir belki yönetmen.
Malatya'ya gittiğimizde sıcakta hiç bitmeyen bir cırcır böceği sesi vardı. Kısa bir süre dinleyince nostaljik bir etki yapsa da uzun vadede insana kafayı yedirebilir. İnsanın bu seslerden azade olması için hep bir işle meşgul olması gerekir sanırım.
Ben kişilere olaylara hep baştan 100 verir sonra oradan eksiltmeye başlarım. Hasan'a da 100 verdim önce. Sonra yavaş yavaş puan kırmaya başladım. Zararsız, işinde gücünde bir adam gibi duran Hasan komşunun ipotekteki tarlasını bile isteye ucuza kapatınca, vay şerefsiz Hasan dedim.
İlerleyen süreçte insanın küçük hesaplar peşinde koşarak içine düşebileceği kuyuları gördük. Bir noktadan sonra onları kınamayı bıraktım. Bilmiyorum çünkü. Ben de bütün bir yıl toprağı ekecek olsam ve oradan gelen mahsül ile geçinsem tarlanın ortasına konacak elektrik direğini başkanın tarlasına diktirmeye çalışırdım belki de. Bilmiyorum. Belki deftere incik cincik alacak verecek hesabı yapardım.
Hac için helallik almaya gittiğinde bile yine yanlış yapıyor Hasan ama sonra bir çocuğu sevindirmeyi de akıl ediyor. İnsan mahza kötü ya da mahza iyi değildir. Hep bir varoluş ve yeniden yaratılış üzereyiz. İyi ki her şeyi görenz duyan, bilen Allah var. Hasan'a acıdım sonra. Belki dedim ancak bu kadar iyi olabiliyordu. Elinden gelen buydu. Kim bilir hayat denen sayı doğrusunun hangi noktasında dünyaya gelmişti. Fatma hocanın hep dediği gibi kendince belki de çok yol almıştır da biz dışarıdan onu kötü görüyoruzdur. Şule Gürbüz ile bitirelim yine: Allahım sen bu kulların hallerine nasıl dayanıyorsun :)
Yorumlar
Yorum Gönder